Oku Baban Gibi!
Kurşun ve cıva gibi ağır metallerin zekâ üzerinde olumsuz etkilerinin önemi sık sık vurgulanır. Ancak bu etkileri zekâ üzerindeki daha başka sosyal etkilerle kıyasladığınızda nispeten küçük kaldıklarını görebilirsiniz.
Örneğin, anne-babanın çocukla kurduğu ilişki ve o ilişki içerisinde elde edilenle zihinsel gelişim hızlanırken, bu yapılamadığında ise işler ters yönde gider. Zihnimiz üzerindeki aptallaştırıcı etkilerin başını neyin çektiğini 10 kişiye sorsanız 11’inin vereceği cevabın “okullar” olması olasılığı yüksek.
Bilginin nasıl öğrenileceğini hiç öğrenemeden, ama bir sürü şeyi öğrenmiş gibi yaparak bitirilen okullar(klişe deyişle), “eğitim sistemi” kurşunun, cıvanın yeterince yapamadığını pek güzel yapa geldi. Bu durum öğretmenlerin ya da anne-babaların iradesinden ziyade, ülkenin genelindeki “yaratıcılık sevmezlik” ve “farklıdan hoşlanmama” eğilimlerinin doğal sonucu oldu. Yazımız okunmaz, lafımız anlaşılmaz olduğu gibi, bir kitap okumayı konusunu bilmekten ibaret saydık.
Eh, coğrafya bilgimiz şeker fabrikalarının yerlerini ezberden söylemekle ölçülürse, edebiyat, örneğin kara kitap, hakkındaki fikrimiz de “çok derin bir kitap” veya “yazarı safrana takılıyormuş” gibi anekdotal olmaktan öteye geçemezdi. Çocuğumuz okumayı sevmiyor diye yakınıp arka kapak özetlerinden kitap hakkında fikir yürütmeye ne buyrulur?
Küçük çocuğu olan anne babalar çocuklarının hangi okula başlayacağını araştırmakla, kuralara girmek, sınav ve elemelere (5 yaşındaki çocuklar için) katılmakla, önkayıt paraları için bankalardan kredi bulmakla uğraşıyorlar. Bizim anne-babalarımız ne kadar da rahatmış… Arka sokaktaki ilkokula başlamak, sonra da iki durak ötedeki ortaokula devam edip, babamın, amcamın gittiği liseyi bitirmek gibi bir rutin dışında alternatifleri akla bile getirecek bir durum yokmuş zira. Okul taksiti filan da yok tabii ki.
Her ne kadar benim yaşıtlarım kolej hazırlık(ya da şimdiki LGS) dershanelerin bile olmadığı bir dönemin çocuklarıysa da, şimdi kendi çocuklarını bırakın kolejlere, anasınıflarına hazırlık kurslarına gönderecekler neredeyse. Ne yapalım, herkes yapıyor biz de yapıyoruz, açıklamalarını özellikle bu konularda muhalif, ama “realist” davranmak durumunda olan anne-babalardan duyuyorum.
Anne-babalar, “Acaba hangi okul daha iyi? Hangisi daha iyi yetiştirir?”, tartışmalarına boğulduğumuz şu günlerde, arayışınıza ölçüt olarak daha basit bir ilke koyabilirsiniz: Hangi okul ortamında benim çocuğum hırpalanmadan, kendine güven ve saygısını yitirmeden büyüyebilir? Çocuğum neler öğrenir, öğrendiklerini nasıl öğretirler, galiba ikinci derecede ve teknik bir husus. Çocuğum hak ettiği saygıyı görür mü? Benim mahallenin bir köşesinde 60 kişilik sınıfta öğretmenimden gördüğüm adam muamelesini o benim onu sokmaya çalıştığım yerde bulabilir mi?
Bunu karamsarlık olsun diye söylemiyorum. Anlattığım dönemde yetişip bu banalleştirici etkileri çok az yaşayanlar iyi eğitim ortamlarına “denk gelip” öğrenme keyfini yaşayanlar yok muydu? Pek çok…
Yankı YAZGAN